19 Mart 2014 Çarşamba

Yeniden Merhaba!

Yeniden Merhaba,

Uzun süreler tedavi dolayısıyla ortalarda yoktum, çok şeyler birikti, çok şeyler oldu buralarda, yapılması gerekenler yığıldı, anlatılması gerekenler çoğaldı, bazı yeteneklerim gelişirken bazıları köreldi, fakat yine de, geri dönebilmenin güzelliği ellerimden akarken, unuttuğumu sandığım herşeyi hatırladığımı farkettim, herşeyin başının aslında sağlık ve sağlıkla beraber, hayatta kalabilmek olduğunu yeniden idrak ettim.


Yine, yeni, yeniden bir mani koymazsa önüme hayat, buralar hep yazılarla dolacak.. :)

4 Nisan 2013 Perşembe

"-mış" gibi yapmak.

 Sevimsiz mecburiyetler imparatorluğunun son imparatoru.. İnsanın kendine koştuğu şartların, koyduğu kuralların, kendisiyle imzaladığı gereksiz yaşam boyu başarı kontratının ilk maddesi.

 Yaşamda karşılaştığı zorluklara karşı kullandığı üstün yenilmezlik kalkanı.

 Değil. Kendi içindeki yenilgisini dışa yansıtmamaya çalışmanın ürünü sadece.

 Mutluy"muş" gibi yapmak, iyiy"miş" gibi yapmak, güçlüy"müş" gibi yapmak..

 Hiç derdin yokmuş gibi, üzülmüyorsun korkmuyorsun gibi, benzeri bir şeyi daha önce de yazmıştım değil mi ? Yazmıştım. Aynı duyguların içinde kavrulmak ve o duygulardan yeniden yoğrulmak üzere üretilmişiz gibi.. Tam öldü sanılan anda, küllerinden yeniden doğacak"mış"ız gibi..

 Çevremizdekiler üzülmesin diye dışımızı süsleyip, içimizi harabeye çevirmek, yüzümüze en güleryüzlü maskeyi takıp, o maskenin altında ezilmek, "için için ağlamak" dedikleri de, kısmen bu olsa gerek..

 Nedendir bilinmez, her insan (çoğu insan) tek başına bütün zorlukları taşımayı borç bilir kendisine, yardım almadan, kimsenin elini uzatıpta destek vermesine fırsat bırakmadan..

 "-Mış" gibi yapar çoğu zaman, aynı çemberin içinde kuyruğunu kovalayan kedi misali döndüğümüz doğrudur, şans, talih, kader, aynı çarkın içinde dönmeye devam ederken, bilmiyor muyuz sanki hepsinin birer kara gölgesi, hepsinin kendine ait birer olumsuzluk eki olduğunu peşlerinde ? Biliyoruz..


 Düzgün gitmeyebilir herşey, bir yerde gördüm, duydum, ya da okudum, şu an hatırlayamıyorum ama yer etmiş beynimde: "Az önce gördüğün birini, son görüşün olduğunu nereden bilebilirsin ki.."


Bilemezsin.

28 Mart 2013 Perşembe

Haftalar sonra yeniden: Kuzey Güney

 Giriş gelişme sonuç tantanasına girmeden bodoslama konuya dalmak istiyorum, hastanedeki çanta çekiştirme sahnesinde gerçekten hayal kırıklığına uğradım, hastanedesin, az da olsa tanıdığın bi adam, üstelik çıkarları için çirkefleşebilen bi adam çantanı çekiştiriyor, ne yaparsın ?

 Ben şahsen ya tokadı yapıştırırım, ya da sağlam bir tekme atarak neslinin üremesini engellerim. Normalde bir kadın en kötü ihtimalle ne yapar ? Bağırır.

  Deniz ne yaptı ? Baktı. Öylece baktı. O öylece bakınca ben de "öeh." dedim, Türk kadını profili ortada, çek bakalım Gülten'in, Handan'ın çantasını ? Hastanede hemen bir boş odada yatarken bulursun kendini. Deniz yurtdışında yaşadığı için mi bakakaldı bilemedim.

 Ama bildiğim ben bu sahneyi sevmedim, evet ilk defa bi sahneyi sevemedim.

 Bunun dışında, normalde böyle şeyler yazının sonuna yazılır ama ben başa yazdım, sevmediğim şeylerin yükünü taşımayı sevmediğimden belki, şimdi iyi şeyleri yazabilirim..

 Normalde bile ağlamamaya programlanmış olan beni ağlattı Gülten Hanım, Zerrin Tekindor öyle bir kadın ki, ekranın içinden elini uzatıyor, "Ben ağlıyorum, sen de ağlamalısın" diyor sanki.

  Ve öfke kontrolünde zorlanan bir insan olarak hepimiz için şöyle bir dua edesim var "ARKADAŞLAR ALLAH DÜŞMANIMIZI BİLE GÜNEY GİBİ Bİ ADAMLA SINAMASIN!" Böylesine sinsi, böylesine çıkarları için herşeyi yapabilecek olan, böylesine hırslı bi adam olabilir mi ? Var, normalde de var bunlardan dışarda dolaşıyorlar, aramızdalar. Yerini sağlamlaştırmak için çocuk evlat edinmek istediğinde kendimi tutamayıp kahkahalarla güldüm. Hele ki Ebru Hanım odaya girdiğindeki bakışı, ahahahahahahah. (Buraya bir yıldız bırakıyorum yazının sonunda dolduracağım *)


 Normalde Buğra Gülsoy'u görseniz "ne kadar şirin ne kadar iyi bi insan"
diye düşünürsünüz, fakat öyle bir oynuyor ki, Güney'den ölesiye tiksiniyoruz bazen. Bir de ülkemizde "Caroline'i görsem ümüğünü sıkarım" diye demeç veren ev hanımları, Çakır için gıyabi cenaze namazı kılan cemaat ve yıllar evveli sırf kötü adam diye Erol Taş'ı döven insanların torunlarının olduğu düşünülürse, Buğra Gülsoy'un bu performansla korumaya ihtiyacı var diye düşünüyorum öyle ki, Güney'in sinsiliği ekrana kafa atma isteği doğuruyor bazen. (buraya da ikinic yıldızı koyuyorum **)

 Ebru Sinaner hakkında kısacık bir yorumum var : Sabır Taşı.

 Bir de Sami Bey'in yeni eşi Aynur Hanım var, öyle tatlı öyle sevimli öyle naif bir kadın ki, Sami Bey gibi bir odunla (işte Kuzey bu genler yüzünden anca demir parmaklıkları görünce sevgisinin ardında durmayı öğrenebildi.) çekine sıkıla evlendi, fakat hani derdiniz olsa gitseniz, gözlerini kocaman açıp pür dikkat dinler ve elinden geleni gelmeyeni yaparmış gibi, öylesine komşu öylesine güzel.

 Fakat Handan Hanım onun tam zıttı. Söylemek istediği kendi doğruları var ve onları söylerken asla doğru uslubu, doğru kelimeleri bir araya getirmediği için ve dilinin de ayarı pek olmadığından, herkesin geçiştirdiği bir kadın Handan Hanım, bu yüzden hep birilerinin peşinde hep birşeyler anlatmaya, anlattıklarıyla birilerinden destek görmeye ihtiyacı var, birileri onaylamadan ne "güzel olduğuna" ne de "haklı olduğuna" inanıyor. Ezilmiş, baskı görmüş, hayatında bir kez isyan etmiş sevdiği adamla evlenmek için onda da kimsesiz kalmış, hırsları da yalnızlığını pekiştirmiş. Yapamadıklarının, içinde kalanların negatif enerjisini taşıyor ve bu zehri malesef dağıtarak yaşıyor.

 Zeynep'in bu aralar taraf değiştirmesini bekliyorum, çünkü ben normalde Merve Boluğur'u severim, fakat Zeynep bu sevginin önüne geçiyor, çok fena çok. Nasıl bir fettanlık nasıl bir sinsilik, yakışmıyor. Şekip Bey'le uçak bileti yollamak istiyorum Zeynep'e, "İtalya'da makara şubesi açıcaz hanım kızım sen orda yaşamışsın hadi bi gidiver bakalım bizi temsil et." desin istiyorum bazen.

 Ve Cemre ..
 Bu akşam salak bir çocuk gibi "Ehahehöh abooov Cemre de solakmış" dedim. Evet biz solaklarda galiba olası bi durum bu, değilse de ben biraz salak olabilirim. :)
Öykü Karayel hakkında okuduğum bazı şeyler o kadar saçma ki, "Yok bağlantı kuramıyorlarmış, yok başrol böyle mi olurmuş?" Sanki sokağa çıktığımızda her yerde Adriana Lima'lar var, sanki hepimiz üzerimizde bikinilerle geziyoruz, yataktan fönlü kalkıyoruz, gözümüzde lens, saçımızda boya, sanki hepimiz 1.90 boyundayız, neyiyle bağlantı kuramıyorlar ya da neyiyle bağlantı kurmak istiyorlar bunu da anlamış değilim, Öykü Karayel çok iyi bir oyuncu dizideki herkes gibi, çokta güzel bir Cemre benim için, hatta Cemre karakterinin tek karşılığı. Yanakları sıkılası, mahallenizde görseniz yadırgamayacağınız hatta kızdırırsanız "Yürü git be gerizekalı!" diyecekmiş gibi.

Diğerlerini sonra yazarım aslında çok birikmiş içimde yazmaya yazmaya ama maşallah bu biraz ansiklopedi gibi oldu, bu noktada susmak en iyisi, bu arada bitirirken de Kuzey'le bitireyim bari. Bu adamı yolda görsem, yanaklarını sıkarım, sonra "Aleyküm selam" diyip kafa atar mı bilemem orasını ama, Kuzey hala çocuk, yaramaz bir çocuk, nasıl ki küçükken abisinin misketlerini çalanları dövdüyse, hala aynı yolla hallediyor işlerini..

Düşününce her karakter dolu dolu, ne kadar çanta mevzusuna bozulsam da, Kuzey Güney hala çarşambaları kenara koymama sebep olacak tek dizidir benim için..

*: (birinci yıldızımız) : Güney'in Banu'ya kendini kurtarmak için "evlat edinmek istiyorum" dediği an aklıma ilişkisini kurtarmak için yılbaşında sevgilisine evcil hayvan alan adamlar geldi. Kendini kurtarmak için bir canlıyı paravan olarak kullanma düşüncesi Güney sinsiliğindeki bi adamın 5. yıldızı oldu benim için.

**: (ikinci yıldız.): Buğra Gülsoy,Serhat Teoman, Emre Erkan ve Pragma turneye çıkıyor a dostlar.
İlk durakları İzmir, biletler için şurdan:
http://www.biletix.com/biletsec/PGG43/TURKIYE/tr
 

27 Şubat 2013 Çarşamba

Ordan burdan gelen düşünceler topluluğu..

Halk dansları topluluğu olabiliyor,

Tiyatro, sinema topluluğu olabiliyor,

Herşeyin bi topluluğu olabildiğine göre bu da olabilir. Bugün girişler gelişmeler sonuçlar yok.. Henüz girişini göremediğim bir kapının ardında olanları düşünmekle geçiriyorum bazen zamanlarımı..


Ne olabilir ? Bir insan bir insanı ne kadar sevebilir mesela ? Traş olurken yüzünde açtığı minik yara izini sevebilir misin ? Sevebilir miyiz ? Ya da kuaför tarafından yamuk kesilen saçını sevebilir misin sevdiğinin ?


Ne olabilir ? Bir insan yorulmadan ne kadar koşabilir ? Düşüncelere boğulmuşken, her gün bir fikirden bir fikire koşarken, hangisinin doğru olduğunu nasıl bilebilir ?


Ne olabilir ? Yapılmayan bir şey için ne kadar pişmanlık duyulabilir, ya da akla geleni zamanında yapmamış olmak mıdır pişmanlık ? Karşılaşmak ? Karşılaşamamak ? Savaşmak ? Savaşamamak ?


Ne olabilir ? İnsan ne kadar kendi olmadan toplum için yaşabilir ? Baskılarla ne kadar savaşabilir ? Ne kadarından kurtulabilir, ne kadarına katlanabilir ?


Ne olabilir ? Çocukken en sevdiğin şarkıyı "çocukken anladığın dilde" yeniden söyleyebilir misin mesela ? Ya da "Eşek kadar oldum" deyip içinden geldiğinde binmez misin salıncağa ?
Ne denebilir ? Ayıplanır mı ? Yasaklanır mı ?


Ağır gelir ya bazen kafan gövdene, bugün öyle bir gün olmuş, girişi yokmuş, bitişi yokmuş, düşünceler çokmuş.. Yağmur yağmış, biri sokağı baştan başa koşmuş. Biri bir hikaye anlatmış ama duyulmamış, çatılardan bağırmayı denemiş sesini duyurmak için ama duyuramamış, sesi bulutların arasında kaybolmuş. Kışın denize girmiş biri, Londra'da güneş açmış sonra, peki ya burda ? Yağmur yağmış, biri sokağı baştan "boşa koşmuş ..."

2 Şubat 2013 Cumartesi

Kışın gökyüzüne pek uğramaz yıldızlar, ama gökyüzüne uğradıkları mevsimlerde bana hep birşeyler hatırlatırlar.. Yıldızlar gibiyiz, yıllardan beri süregelen bir yakıştırma aslında.. Belki yüzyıllardır yıldızlara benzetmiştir kendilerini insanlar.. Ama..  
Hepimiz bir kara parçasının üzerinde yaşıyoruz, yaşadığımız puzzle'ı birleştirip ona dünya diyoruz, bazen kilometrelerce uzaktaki biriyle, aynı anda aynı şeyleri düşünüp, aynı şeyi izliyoruz.. Hepimiz ayrı pencerelerden bakıp, aynı manzaraya varıyoruz.. Böyle düşündüğüm zamanlarda, işte o klişe önerme yüzümdeki şapşal gülümsemeye dönüşüyor, mutlu oluyorum..

 İletişim güzel, bu yüzden belki bilmiyorum..

 Ve buraya da bi gülücük bırakıyorum.. :) 

1 Şubat 2013 Cuma

"Bir varmış, bir yokmuş.."

Bu akşam vakti bol buldum ya da bu aralar çok doldum bilemiyorum, bir gün içersinde iki yazı birden yazdığım olmuştur belki ama, çenemin bu kadar düştüğünü bilmem hatırlıyor muyum ?
 Ama ne var biliyor musun.. Diyeceklerim basit, herkesin söylediği şeyler hatta, ya da pek çoklarının içinden geçirdiği ama orada sakladığı şeyler..

 Diyeceklerim şunlar, birincisi yaşadığımız hayat kısa, sen geçmez diyorsun ama cidden gözünü açıp kapayıncaya kadar kayıp gidiyor elden..

 O yüzden kırpma gözlerini, kimseyi düşünme.. Birini seviyorsan, kaybeder miyim diye düşünme mesela, söyle.. Söylemeden cevabı nasıl bilebilirsin ki ? Millet ne der tantanasına düşüpte erteleme söyleyeceklerini, söyleyeceklerin "sensin" çünkü, başkalarının düşüncelerinde boğarsan kendini "başkaları" olursun, kendin olamazsın..

 Kırpma gözlerini, sevdiklerine de onları sevdiğini söyle.. Azrailin kimin ensesinde dolaştığını bilemezsin çünkü.. Ya da hayat sizi ne zaman ayrı yönlere savuracak onu da bilemezsin..

 Kırpma gözlerini, kimseyi yadırgama, sende geçtin aynı yollardan, olaylar aynı olmasa bile konular aynıydı hatırla, sende düştün, koştun, doğruldun, yürüdün, sevdin, canın yandı, kaybettin, kazandın, ağladın.. Sende birine hayrandın, iyi bi ailen yoktu belki, belki sen de perişandın.. Zor günler yaşadın, iyi günler de gördün.. O yüzden kimseyi küçümseme herkesi sevmeyi başarabilirsin..

 Söyleyeceklerini söylemekten çekinme sonra, niye söylemeyesin ki, onlar senin fikirlerin.. **:"Senin gök
yüzün, senin limitin.." Limit koyma gökyüzüne, yıldızların olmadığı, güneşin doğmadığı bir gökyüzünü kim ne yapsın ki ?

 Hayaller kur, hayallerine limit koyma, unutma, her güzel şey hayal kurmakla başlar çünkü, eğer adım atmazsan, hayal olarak kalmaya devam ederler. Kapının girişinde oturup beklersen, içerde ne olduğunu bilemezsin, ama bir adım atarsan içeri girersin.. Hayaller kur, ama kendi hayallerinin dışında tutma kendini bir adım at..

 Araştır, oku, eğlen.. Çünkü ilham alacak birşeyin olmazsa eğer, yapabileceğin birşey olmaz.. Gözlerini kırparsın, ömrün biter.. Birşeylerden ilham al.. Gülümse..

 Gülümse, kendi gökyüzüne gülümse..

 Üzüldüğünde seni mutlu eden şeyleri düşün..

 Çünkü hayat garip, kayıp gidiyor elinden, bir kez ele geçen bir fırsat gibi, bir bakıyorsun olmuş, bir bakıyorsun bitmiş, bir bakıyorsun, "Bir varmış, bir yokmuş.."

 **: Çok değerli, masmavi bir gökyüzünden alıntı..

*Yazı yazılırken arkada çalan: "The Who - Behind Blue Eyes" 

31 Ocak 2013 Perşembe

Boş kafanın boş düşünceleri V.1: Kuzey Guney Eşleştirmeleri.

Yazı yine Kuzey Güney'le ilgili fakat bu kez biraz farklı bir durum değerlendirmesi benimki.. Dünkü bölümü izlerken ister istemez kafamda bi takım görüntüler belirdi. Belki dün akşam biraz muzurluğum üstümde olduğundan pek eğlendim boş kafamdaki boş düşüncelerle.

 Dünkü bölümde olan olaylara göre denklemeler oluşturdum koca kafamda bunları da burda yazmak istedim, bilemem siz de benim kadar eğlenir misiniz ama.. Bi bakalım. :)


  Buğra Gülsoy/Güney Tekinoğlu:  Dexter / Joker.

  Dexter düne kadar kafamda "Allahını seven uyarlamasını çekmesin." diye kendimi paraladığım bir yapımken, dün Buğra Gülsoy'un Banu'nun rüya sahnesindeki performansından sonra "Evreka" diye bağırıp odanın içinde koşmamı sağladı.
(Kendisinin jokere daha önceden bir sabitlenmişliği hali hazırda var zaten. Şirketi ele geçirdiği gün (ki böyle birşey olmasa bile bunu düşünmek bile eğlenceli, şirketi aleve verirken "Sadece kendi payımı yakıyorum" dediğini düşünüp gülümsüyorum.)


 Semra Dinçer/Handan Tekinoğlu: Samara/Gollum/Heimdall

 Öncelikle şahane bir oyuncu, şahane bir kadın. Öyleki sokakta karşıma çıksa şüpheyle yaklaşırım kendisine. Sayesinde Handan Hanım gerçekte yaşıyormuş gibi, her an kapının ardından çıkacak üzerinize gelip tıslayacak gibi, tehlikeli şahane. :) Handan Hanım dünkü kapı muhafızlığı performansıyla, (ki kendisi için daha önce Samara, Gollum gibi yakıştırmalar yapıldıydı hatırlarsınız.) Heimdall olma yolunda önemli adımlar attı.

 Burak Çatalcalı/Sherlock Holmes:

 Barış'ın gömleği ile ilgili üstün araştırması ve olayları ortaya çıkarış yeteneğiyle Çakalcalı, Sherlock Holmes olarak canlandı dün gözümde ve tabi onun da ekibini tamamlamak lazım.

 Kuzey Tekinoğlu/ Dr. Watson / Tyler Durden/(Pre-Production Romeo):

 Çatalcalı'nın en büyük yardımcısı olarak ve geçen bölümde önlüğü üstüne geçirir geçirmez emin adımlarla çıktığı merdivenlerde "Ben yılların doktoruyum olm, yanlış olmasın yani, bende!" tavırlarıyla Dr Watson olurken, diğer yandan dün masanın üzerinden (ahahahahahahahhahaha) atlayarak ""Mori Şevki"yi gözü mor Şevkiye çevirişi ve daha önceden "Zıpzıp Sümer"e attığı dayaklarla yakında klübün kurallarını okumaya başlar bizim Tyler diye düşündürdü. Ayrıca odunsu kokularla bezenmiş gururlu aşık tripleriyle de mahçup Romeo olduğunu unutmamak gerek Cemre'nin "uyuyo musun ?" sorusuna odun yapısı itibariyle, "uyuyorum -.-" demesini çok bekledim ama demedi.

 Venüs Tezerel/İrene Adler:

 Sherlock'un aşık olduğu kadın, zeka küpü, hatta hikayelerde Sherlock'u alt edebilen tek kadındır, hem dünkü bölümde sevgili statüsüne çıktıklarından hem de zekasıyla bildikleriyle ön plana çıktığından kendisi gözümde böyle canlandı.

 Can Katmanoğlu/Patrick Jane:

 Olaylara dahil oluşu, zekasıyla olayları çözüşü ve her zaman doğrunun yanında yer alışıyla ben kendisini Mentalistlerin Jane ile eşleştirdim. Bu da Barış'a bi bonus daha kazandırmış oldu.

 Barış Hakmen/Profesor Moriarty/Tommy Volker:

 Dünkü ve bugüne kadarki alttan alttan kötü adam tiplemesiyle Barış bu hafta bana aslında Sherlock'un düşmanı Moriarty den ziyade, Tommy Volker'ı hatırlattı. Kendisi görünüşte yardımsever, çok başarılı bir iş adamıyken yoluna çıkan herkesi öldürme teşebbüsünde bulunup bunda başarılı olan ve buna rağmen elini temiz tutan bi karakter malum.

 Zeynep Çiçek/ Ivy Dickens/(Pre-Production Gollum) :

 Daha önce uyarlamasından oynadığı Gossip Girl'un bir sezon boyunca yaptığı herşeyden sıyrılan sevimsiz Ivy'sine dönüştü iyice. Bir de karakterin sahip olduğu iticiliği tanımlayacak kelime bulamadım. Gollum tacına doğru yaklaşıyor Zeynep. Yüzüğü kapacak sonunda.

"Komser"/Bildiğin komiser.:
Kuzeyden alacağı tepkiden sonra alacağı şekil itibariyle eşleştirebileceğimiz adam kalacak mı kendisini merak ediyorum :/

Sami Tekinoğlu:

"Benzemez kimse sana" şarkısı ve Kuzey'in kendisine fırlattığı bakışlar eşliğinde içimizden geçen bin düşünce ile izlemeye devam ediyoruz. (bu konuyu daha sonra muhtemelen bi dahaki bölümden sonra tekrar konuşacağız.)

Banu Sinaner/Rapunzel:

Öncelikle güzelliğinin çok çok önüne geçen bir oyunculuğu var Bade İşçil'in. (Kıskançlık ve fesatlığı bir kenara bırakıp kendisinin güzelliğinin tartışmasız olduğunu bilen herkes demek istediğimi anlayacaktır diye düşünüyorum.)

Kendisine rapunzel deme sebebimse şu, eğer Rapunzel bir masal olmasaydı, kulede kapalı kalan Rapunzel çıldırırdı. Banu da annesinin ve konumunun kendisine ördüğü duvarların ardında kapalı kalmış bir Sinaner prensesi, dolayısıyla yalnızlığını kendi görünmez kulesinde yaşamaya devam ederken, bütün savunmasızlığı psikolojisinin bozulmasına sebep oluyor.

Benim eşleştirmelerim bu kadar, bunları düşünürken boş kafamın içindeki boş düşüncelerime gülümsedim, bunları sizinle de paylaştırmak istedim, gelecek bölümde normale döneceğim, görüşmek üzere.. :)